Aliya İzzetbegoviç

Aliya İzzetbegoviç

Begoviç´in kişiliğiyle ilgili söylenecek çok şey var. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi, çok samimi bir Müslüman olması ve iyi bir entelektüel profil çizmesidir. Bir durum tespiti olarak şu hususun altını çizmekte yarar var: Batı’da entelektüel kalmadı; “kurucu zihin” aşağı yukarı tarih sahnesinden çekiliyor. Şu anda Batı düşünce hayatının siyasetine, maddi ve iktisadi evrenine yön verenler, uzmanlar ve stratejistlerdir. Benim bakış açımdan fonksiyon değerleri inkar edilmese de, bunların her ikisi de entelektüel değildir.

Teknoloji, ekonomi, strateji ve politika, Batılı hayatı giderek yoksullaştırmakta, acımasızlaştırmaktadır. Bu saydığım dört düzeyde -teknoloji, ekonomi, strateji ve politika- tabiat tüketiliyor, istifçilik gelişiyor, bedenin organizmaya ait istekleri öne çıkıyor. Tabii bunun arkasından da pragmatizmin ve başarı tutkusunun tetiklediği, hegemonik bir kültür bütün yeryüzünü istila ediyor. Sanat ve felsefe alanında inanılmaz bir zaaf söz konusu. Kurtarıcı paradigmayı inşa etme gücünde olan din, Batı’da özelleşiyor, marjinalleşiyor ve izafi alana çekilmek zorunda bırakılıyor. Bu sebepten Batı’da entelektüel çıkmıyor. İyi bir entelektüel ancak dinin evreninde mümkün olabilir. Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm de entelektüel çıkarabilir, fakat en iyi ve en kâmil anlamdaki entelektüel örnekler sadece İslam´a özeldir ve bu manada sadece İslam entelektüel çıkarabilir.

Geçen yüzyıldan bu yana, Begoviç´i mukayese etmek açısından iki isme işaret edebiliriz: Bunlardan biri Hint yarım kıtasının bence en önemli entelektüellerinden -hatta en önde geleni- Muhammed İkbal, diğeri de İran kültür havzasının çok önemli entelektüeli Dr. Ali Şeriati’dir. Bu üçü benim kanaatime göre aynı kulvarda yer almaktadırlar. “Doğu Batı Arasında İslam” adlı kitaba yazdığım önsözde de: “Muhammed İkbal´in Doğu’da açtığı parantezin Batı’daki kapatılmış parantezi İzzet Begoviç´tir” demiştim. İslam dünyası bu iki parantez arasında duruyor.

Aliya İzzetbegoviç samimi ve ahlaklı bir Müslüman’dı. Sırplar Müslümanları kıtır kıtır kesip acımasız bir vahşet sergilerken; o, tıpkı Libya´nın ifsanevi kahramanı Ömer Muhtar gibi, “Bunlar bizim öğretmenlerimiz olamaz” deyip karşı çıktı. Avrupa´nın göbeğinde bir vicdanı temsil etti. Hem Müslüman kimliğiyle öne çıktı, hem de Boşnaklara Müslüman kimliklerini hatırlattı.

Muhammed Ä°kbal ve Ali Åžeriati saf entelektüel sayılırlar. “Ulema geleneÄŸi” ile olan iliÅŸkileri nispeten tartışılabilir, fakat Begoviç´in ulema geleneÄŸi ile olan iliÅŸkisi saygı temelindedir (Akif Emre´nin yaptığı röportajdan da bunu teyit etmek mümkündür). Kanaatime göre, Ä°slam’ın ulema geleneÄŸi, doÄŸru bir model sunmaktadır ve baÅŸka bir model ne meÅŸrudur ne de mümkündür. Ä°slam’ın içerisinde akademisyenlerin ve aydınların meÅŸruiyeti kuÅŸkuludur, hala genel Kabul görmüş sayılmaz; buna mukabil ulemanın yeri vardır, çünkü Hadis´te buyrulduÄŸu üzere “Alimler peygamberlerin varisleridir”. Peygamberler hem fakih ve müçtehit, hem arif ve sufi, hem de politik lider ve mücahittirler. Bunun 20. yüzyıldaki en belirgin modeli, “Ayetullah Humeyni”dir. Her üç özelliÄŸi de kendi kiÅŸiliÄŸinde ve hareketinde toplamış tek örnektir. Bu açıdan baktığımız zaman Seyyid Kutub ve Mevdudi “aydın-ulema” geleneÄŸi safına tekabül ederler. Bir tarafları aydın bir tarafları ulemadır. Muhammed Ä°kbal, Åžeriati ve Begoviç ise, “Müslüman entelektüel” safına tekabül ederler. Aydın tarafları nispeten daha ağırdır. 20 ve 21. yüzyıl Türkiye’sinde benim kanaatime ve okumalarıma göre, aydın-ulema geleneÄŸini Fethullah Gülen Hocaefendi temsil etmektedir. Bu saydığım özelliklerin yanında Begoviç’in bir artısı daha vardır; mücahid olması. Kendisi politik ve askeri mücadele içinde hem bir aktör hem de bir semboldür. Muhammed Ä°kbal, entelektüel bir ÅŸairdi ve aynı zamanda Pakistan Devleti’nin kurucu zihinlerinden bir tanesiydi, fakat o politik bir önder deÄŸildi.

Begoviç İslamiyet’i dört düzeyde kavrıyordu:

1) Kendisi için İslamiyet. Yani ben, Müslüman’ı, varlığı, hayatı, kendimi nasıl anlamlandırabilirim? Bu son derece önemli bir anlamlandırma. Hepimiz öncelikle kendimiz için Müslüman olmak zorundayız.

2) Materyalizme bulaşmış bir kültüre ve bunun üzerinden de aynı zamanda Batı’ya cevap veriyordu. Onun evrim, yaratma, kültür, medeniyet, ilerleme, ahlak, tarih, dram, sanat, ütopya, materyalizm, baskı, özgürlük ve benzeri bütün bu konularla ilgilenmesinin sebeplerinden biri buydu.

3) Boşnak Müslüman kimliğini inşa etmek veya zaten tarihten Müslüman olarak devralınmış kimliği asli temellerine irca edip pekiştirmek istiyordu. Çünkü dağılmakta olan bir yapı vardı ve Avrupa´nın göbeğinde yeni bir kimlik inşa edilecekti. Allah´ın lütfu ve ihsanıyla, Begoviç ve bir avuç arkadaşı tarihin bıçak sırtı bir zamanında açılan boşluktan sahneye çıktılar ve bu kimliğin bu şekliyle inşa edilmesinde önemli katkılarda bulundular.

4) Begoviç, ümmetin bir ferdi olarak, tek başına kalmış bir “İbrahim” olarak, İslam dünyasının bütün sorunlarıyla ilgileniyordu. Onun temel sorunsalı, 19 ve 20. yüzyıldaki Müslüman entelektüellerin sorusuydu. Neydi o soru: “İslam Dünyası niçin geri kaldı?”

Kanaatime göre bu soru, yanlış sorulmuş bir sorudur. Yükün ağırlığını Begoviç´in sırtına yüklemeden şunu söylemek istiyorum: Biz bu soruyu 19. yüzyılda sorduk ve cevabını –hala- yanlış vermeye devam ediyoruz. Aslında bu mesele, bir yere gitmek isterken yanlış bir otobana girmemize benzer. Yanlış otobana girersek, o yol bizi nereye kadar götürecekse ve yolun sonuna kadar, yanlış yolda gideceğiz demektir. Belki 19. yüzyılda bu soru anlamlıydı, çünkü yaşanan bir travma vardı ve 20. yüzyıl boyunca da bu sorunun cevabı arandı. Dolayısıyla bu soruyu soranları küçümsemiyorum, onları eleştirmiyorum, fakat 21. yüzyıldaki sorumuz bu olmamalıdır. Bizi ayağa kaldıracak meşru sorumuz: “Bizim küresel dünyaya ve Batı’ya cevabımız nedir?” olmalıdır.

Begoviç, İslam´ın saflığına ve sözün gücüne güveniyordu. Onun “din” algısının temel referansı buydu. Tarihin tanıklığına başvuruyordu. Bu mesele son derece önemli, çünkü İslamcı akımların hataya düştükleri noktalardan biri budur. Yıllardır zihnimi meşgul eden şeyi sizlere özetleyeyim: Mardin´de büyüdüm ve 19 yaşıma kadar orada kaldım. Mardin, inanılmaz bir medeniyetler bileşkesidir. Asurlardan Romalılara, Perslerden Araplara, Bizanslılardan Selçuk ve Osmanlılara kadar çeşitli medeniyetler Mardin’de buluşuyor. Merak ettiğim ise: “Eğer atalarım bu eserleri yaptıysa biz de yapabiliriz; peki biz, niçin yapamıyoruz?” Hep kendime bu suali sordum. Tarihin tanıklığına dönüp baktığımız zaman, yani kendi tarihimize Osmanlı’ya Selçuklu’ya ya da Begoviç’in işaret ettiği gibi, Hint yarım kıtasından Endülüs’e ve bugün adına Ortadoğu dediğimiz bütün İslam dünyasındaki bu medeniyet merkezlerine baktığımız zaman atalarımızın ürünlerini görmekteyiz.

Kendimize, “peki, biz niçin bu durumdayız?” sorusunu sormamız lazım. Eğer Batılıların bize telkin ettiği gibi, fıtratımızda, yapımızda bir ilkellik varsa bizden önceki atalarımızın da ilkel yaşaması icap ederdi. Ama atalarımız çok yüksek medeniyetler kurdular. Demek ki, sorun bizden kaynaklanmaktadır. Alev Erkilet’in de değindiği gibi, Moğolları harici sebep olarak göstermek yerine içerdeki asıl etkenler üzerinde durmamız gerekiyor.

İslam, sadece bir din değildir. Peki, öyleyse nedir İslam? İslam, “Ed-Din”dir. Biz İslamiyet´i bir din olarak telakki ediyoruz. Din olarak telakki ettiğimizde de, Müslüman kavimlere ait, millileştirilmiş, tekel altına alınmış bir din olarak algılıyoruz. İslam, ya Türklerin ya Arapların ya da Farsların dinidir. Mesela bir İngiliz veya bir Fransız Müslüman olduğu zaman, ya bir Türk, ya bir Arap, ya da bir Fars ismini alacak; ya Arap ya da Türk kıyafeti giyecek. Oysa Ed-Din, en-nas´a, insanlara, türümüzün tümüne ait olan bir dindir, kimsenin tekelinde değildir.

Bir diÄŸer husus, Ä°slamiyet, diÄŸer dinlere karşı olan bir din deÄŸildir. Ne Hıristiyanlığa ne de YahudiliÄŸe karşıt deÄŸildir; aksine onları tamamlayan, ikmal eden bir dindir. Onu Ed-Din yapan vasıf da budur. Begoviç buna vurgu yapıyordu. Begoviç, dinin tevhid eden, dünya ve ahireti birleÅŸtiren boyutundan bahsetmektedir. Türkiye’de ise, Müslümanlığının temelini oluÅŸturan din ve Ed-Din deÄŸil, “diyanet” olmuÅŸtur. Bu, eksik bir Müslümanlıktır. Bu sebepledir ki, devletin en önemli kuruluÅŸuna “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı” denilmiÅŸ, “Din Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı” denilmemiÅŸtir. Bu isimlendirme üzerinde çokça düşünülmüş ve daha sonra seçilmiÅŸtir. Halbuki Begoviç´in yazılarında görüyoruz ki, Ä°slamiyet ne tek başına bir din ne de sadece diyanettir. Malik Bin Nebi ile Seyyid Kutup arasındaki “medeniyet-siyaset” tartışmasında, Begoviç bir adım ileri gitmiÅŸtir. Ä°slam’ı, Seyyid Kutup “siyasete”, Malik Bin Nebi “medeniyete” indirgiyordu. Türkiye’de de ÅŸu anda böyle bir tartışma devam etmektedir. Begoviç, bu tartışmanın taraflarını birleÅŸtirmiÅŸtir.

Begoviç’in kimliğini tanımlamak icap ederse, ona asla “Bilge Kral” diyemeyiz. Bu son derece yanlış bir tanımlama olur. “Bilge Kral” tabiri, İslami geleneğe ait olmayıp Yunanidir ve Eflatun’a aittir. Bundan da -Begoviç’in de karşı olduğu- faşizm ve totalitarizm çıkar. Bizler nasıl aydın değilsek ve aydın olma sıfatını kabul etmiyorsak, Begoviç’e de “kral” sıfatını yakıştıramayız, yakıştırmamalıyız. Begoviç, Müslüman bir yönetici, politik bir lider, bir yol gösterici ve güçlü bir entelektüeldi. Begoviç’i tarihin ara boşlukları sahneye çıkardı. O da gelişmeleri doğru okudu ve Lenin’in dediği gibi, değişimi “perçeminden tutup” doğru bir mecraya soktu. Onu başarılı kılan, imanı, Müslüman feraseti ve cesaretiydi.

Begoviç, tüm bunlara rağmen İslam dünyasının rol modeli değildir. Begoviç bu nehre büyük katkı sağlayan, çok güçlü ve gür bir ırmaktır ki, bu asla inkar edilemez. Bizim rol modelimiz ulemadır. Yani fakih, alim, mücahit ve arif olmak üzere, İslam’ın kelam boyutunu, tasavvuf boyutunu ve fıkıh boyutunu kişiliğinde toplamış olan kişi olmalıdır. Begoviç’te ilk ayak eksiktir. Bu da, pek tabii olarak, içinde yetiştiği şartlardan dolayı böyledir. 80 yıl yaşadı ve vefatından önce güzel bir söz söyledi: “Adam olan için, bu ömür hayli uzundur.” Ne mutlu ki, böyle dolu dolu bir ömür yaşadı. Bize de çok güzel, büyük bir miras bıraktı. Nur içinde yatsın.

——————-

Ali Bulaç

Özgür İrade Dergisi

Bir cevap yazın


*