“Çanakkale”lere Çanak Tutmak…


Suriye’nin, Ä°ran’ın, Libya’nın, Afganistan’ın “Çanakkale”sinde, iÅŸgalci güçlerin Senegalli iÅŸbirlikçileri olmayalım!…

Dün bizim üzerimize çullanan “en kesif ordular” bu gün başka mazlum milletlere saldırıyor. Dün ufacık bir karayı kaç donanmayla sarmış hayasız güçler bu gün gözlerine kestirdikleri, dişlerine uygun buldukları gariban ülkelere bomba yağdırıyor…

Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi işgal gerekçelerini kendileri üretiyor, zalim diktatörleri zavallı insanların başına sarıp, sonra dönerek bu diktatöryanın hesabını yine o mazlumlara soruyorlar!

Diktatörlerden hesap sorulacaksa biz soralım…
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, her kimse, hakim güçlerin taşeronu olmayalım.
Zalimlere ceza verilecekse biz verelim; Yedi iklimi cihânın, sırtlan kümesi güruhların namına yürümeyelim.
Mazlum milletler üzerinde, -güya zalim idarecileri alaşağı etmek için- sürü halinde gezerken sayısız teyyâre ; top tüfekten daha sık, gülle yağan mermileri izah edemeyiz, bunların vebali ağır gelir bize!

Dün Irak’ta, bu gün Suriye’de yarın İran’da oynanan oyun aynı ; çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Dün Çanakkale’de biz haklı ve mazlum idik. Başka mazlum milletler bizim yanımızda savaştı. Çanakkale şehitliği orada: Türkü, Arabı,Çerkezi,Kürdü, Arnavudu, Boşnakı şehit düştüler. İşgalci güçlerin saflarında yer alan Senegalli Müslümanları bile ‘İstanbuldaki Halifeye yardıma gidiyoruz” diyerek kandırmışlar ve savaştırmışlardı. O işbirlikçi Senegalliler bile, Türk cephelerinden gelen ezan sesiyle gerçeği anlamış ve yapabilenler savaşmaktan imtina etmişlerdi.

Biz hangi bahane ile işgalci saflarında gireceğiz Müslüman coğrafyalara?

Şam’daki yahut Tahrandaki Müslümanları kurtarmak bahanesi biraz eğreti, biraz sakil durmuyor mu?

Hadi Afrikalı Müslümanlar cahildi, hadi Çanakkale savaşı zamanındaki iletişim bu aldatmayı izah edebiliyordu. Biz neye kanıyoruz, neye aldanıyoruz?

Çanakkale savaşı yıllarında Batı Basınında Ted Colles adlı karikatürist, Çanakkale’deki Mehmetçiği “Abdül” adı verilen bir tipleme ile yansıtmıştı, kaba saba görünümlü, canavar tipli ve pek de insani olmayan ; adeta görüntüsüyle dayağı hatta öldürülmeyi hak eden bir mahluktu bu “Abdül” tiplemesi.

Bu aşağılık numaralar halen ayniyle caridir:
Daha dün, Esed barışçı ve reformcu bir genç liderdi…Eşi ise, bizdeki başları kapalı başbakan eşine inat diye öne çıkartılan çağdaş, modern, şık ve alımlı (!) bir figürdü…

Dün bu imajı parlatanlar bu gün Esed’i kan içici bir cani, karısını da, ülkesinde dökülen kana rağmen lüks alışverişlerden geri durmayan bir dişi-diktatör olarak resmediyorlar.
Kısacası “Abdül”leştirme operasyonu tamam!

Dr. Berrin Köse anlatıyor:

“Yıl 1993, batı Avustralya’da Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim doktora çalışmamın üçüncü yılındayım. Tez danışmanım, benim bu zorlu savaşım sırasında danışmanlık görevini “keyfi” bir nedenle bırakıyor. Tüm çabalarıma karşın okulun bu keyfi davranışı engellemesini sağlayamıyorum. Hayatım bu yeni gelişme ile daha da çekilmez bir duruma geliyor. Bir gün okulda çalışırken tanımadığım bir bayan yanıma yaklaşıyor;

“Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım”. ÅŸaşırıyorum…
“Adım İ.A. sen de Berrin olmalısın”
“Evet”
“Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin?”
“Türk’üm”
“Haaaa, “abdul” yani!”
“Anlamadım! “abdul” de kim?”
“Biz size “abdul” deriz de!”
“Siz kimsiniz?”
“Batılılar”
“Peki “biz” kimiz?”
“Müslüman Türkler”

Elimde tuttuğum kalın istatistik kitabını masanın üzerine fırlatıyorum. Kitap masanın üzerinde hızla kayarak büyük bir gürültü ile duvara çarpıp duruyor.

Yeni tez danışmanım yanımdan ayrılır ayrılmaz o günkü çalışmamı yarıda bırakıp okuldan çıkıyorum. AkÅŸam geç vakte kadar ÅŸehirdeki kütüphaneleri dolaşıyorum. “Abdul” ün neyi temsil ettiÄŸini öğrenmem gerekiyor. Hissediyorum “iyi” biri deÄŸil. Ama kim? nasıl bir kimliÄŸi var bu “abdul” ün? Ya da “batı” nın gözü ile nasıl görünüyoruz? Öğrenmek zorundayım…

Takip eden günlerdeki aramalarım da sonuç vermiyor. Çok üzülüyorum. O hafta sonu büyük bir can sıkıntısı ile ÅŸehirde dolaşırken ikinci el kitap satan bir dükkanda buluyorum kendimi. Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap iliÅŸiyor, Gallipoli; yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya “abdul”e rastlarsam. Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, iÅŸte orada… Abdul… Batı’nın gözündeki bizler yani…

Gördüğüm resim beni çok üzüyor… ama ÅŸaşırmıyorum…

***

Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor; Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (sayfa 149, paragraf 2).

Kitapta tanımı verilmeyen ve “abdul” resmine de yansıtılamayan daha neler var? öğrenmeliyim…

Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum “abdul”ü. Utana-sıkıla, “aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis” sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen “tip” ile ilgili olarak…

Çanakkale’yi yaşamış ve bunu destanlaştırmış bir millet olarak, başka milletlerin Çanakkalelerine biz saygı duymayacağız da kim duyacak? “Abdül”leştirme operasyonlarından biz tiksinmeyeceğiz de kimin midesi kalkacak?

Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

Diyen milli şairimizin yolunda olmak gerekiyor bu günlerde,

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…

Yerel diktatörlerin de hasmıyız, onları bahane edip kardeşlerimizin kanını dökmeyi kafasına koymuş çağdaş firavunların da…

Çanakkale’yi yaşamış bir milletin ferdiyiz.
Hiç bir güç ve hiç bir gerekçe bizi devasa ve güçlü Queen Elizabeth ,Lord Nelson, Agamemnon, Goliath, Irresistible, Majestic, Suffren, Henri-IV, Saint Louis, Bouvet, Gaulois,Charlemagne zırhlılarının yanında konuşlandıramaz!

Bizim yerimiz, zayıf, eski, güçsüz de olsa, Yavuz, Barbaros Hayrettin,Turgut Reis, Mesudiye,Hamidiye,Mecidiye ve Midilli’nin yanıdır.

Çanakkale şehitlerini rahmet ve minnetle anarken, Çanakkale ruhunu ve birlikteliğini de özlemle yâdediyoruz…

18.03.2012
Av. Turgay Åžahin
Afyon Barosu BÅŸk.

Bir cevap yazın


*