Din İnsan İçin midir?

Din İnsan İçin midir?

“Din, insan içindir”. Bu cümleyi bir yıl kadar önce üniversitedeki bir tarih hocasından duymuştum. Tekirdağ’da bir seminer salonunda Erasmus programıyla yurtdışındaki okullarda bir veya iki dönem boyunca okuyacak öğrencileri yurtdışına çıkmadan önce, kendi tarihleri hakkında bilgilendirmek amacıyla düzenlenen bir seminerdi.

Bu söz söylendiğinde ben de dahil olmak üzere salondaki çoğu insan ikna olmuş gibiydi. Mesaj gayet basit, açık ve anlaşılırdı. “Din de nihayetinde insan içindir”. Yani Allah insanlara dinleri gönderirken, insanların kendi doğalarıyla uyum içinde yaşayarak, onların daha iyi bir yaşam sürmelerini amaçlar. Biz eğer yaşamımızda kalitemizi yükseltmek istiyorsak, bu amaçla yapacağımız insan merkezli düşünceler dine halel getirmezler vs. vs.

Cemil Meriç’in “Bu Ülke” kitabı aynen şöyle başlar;

“Mefhumların kah gülünç, kah korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu: fikir hayatımız.

Tanımıyoruz onları, nereden geliyorlar bilen yok. Fir’avunlara benziyorlar, kalabalığa çehrelerini göstermeyen fir’avunlara. Ve aydınlarımız, o meçhul heyulalar için ehramlara taş taşıyan birer köle”

Cemil Meriç kitabına boşuna böyle başlamıyor. Her kitabın ilk sayfası, girişi, o kitabın devamını gösterir. 20.yüzyılın en büyük fikir adamlarından biri olan Cemil Meriç, kitabına böyle başlarken aslında önce fikir dünyamızı ve kavramları tanımlayarak “Bu Ülke”de asıl problemin ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

“Din, insan içindir”. Ne gariptir ki belki birçok insanın kolayca onaylayabileceği bu cümle bende tam tersine korkunç bir endişe yaratıyor şimdi. Cümledeki ilk kavram “Din”, sonra bu kavram “insan içindir” denilerek insan ve din arasındaki kıyaslama yapılıyor. Basit bir hiyerarşi. İnsan üstte, din onun altında. Şu anda bu yazıyı okuyup da bu cümlenin doğru olduğunu düşünenler de pek tabi olabilir. Çünkü cümle başlangıçta basit ve doğru bir cümle olarak gözüküyor. Hatta bu cümle çoğu zaman, belleklerimizde Batı kavramlarıyla kurduğumuz birçok düşünceye kolaylıkla uyum sağladığından, din ve insan konularında kurtarıcı bir fikir olarak algılanabiliyor. Ancak meseleye vukufiyet, kavramları tartışmakla gerçekleşir.

“Din, insan içindir” diyerek aslında biz “din” ve “insan” kavramları arasında bir bağlantı kurmaya çalışırız. Sonuç ne olursa olsun asıl problem, iki kavramın veya iki kelimenin birbirleriyle karşı karşıya getirilmeleridir. Yani mesele “din mi insan içindir, yoksa insan mı din içindir” sualinin cevaplanması değildir sadece.

Lafı fazla gevelemeden, meselenin özüne girmek daha faydalı diye düşünüyorum. Efendim, işin aslı; din ile insan arasındaki ayrılığın kaynağının Batı olmasıdır. Batı, din ile insanı ayırarak -ki bu Batı’daki sekülarizmin ta kendisidir- bu ikisi arasındaki bağlantıyı düzenlemeye kalkışmıştır. Bu ikilliğin kaynağı çok eskilere, kiliseye kadar uzanır. Kilise ile olan mücadele ile birlikte, Batılı akıl “din” ve “insan” kavramlarını ayrıştırır. Bu yönüyle Batılı düşünce kavramları genellikle parçalamaya yönelir. Din, insan, ahlak, tarih, fizik hep ayrıştırılmıştır. Kavramlar önce parçalanarak, daha sonra bütünlüğü arayışın peşine düşülür. Bu yönüyle kavramlarda bütünlük bir medeniyet için olmazsa olmazdır. Batı’daki parçalanmışlık, ayrışma geçicidir. Bütünü oluşturmak için önce parçaların tanımlanmasıdır.

Ancak bütünün parçalanarak doğrunun tekrar tanımlanması çabası olan modernizm. Doğu’ya gelince, önüne ne gelirse parçalamaya başlamış. Parçalama süreci, beraberinde geçmişini reddetmeyi de getirdiğinden, Batılılaşmaya çalışan aydınlarımız bir müddet sonra geçmişlerini unutmaya başlamışlar ve her olayı Batının getirdiği parçalayıcı zihniyet ile sorgulamışlardır.

Halbuki atalarımızdan bize miras kalan “tevhidi” bakış açısı bu bütünlüğü çoktan yakalamıştı. Bu yüzden “din” ve “insan” problemi diye bir şey daha önce söz konusu değildi.

“tevhidi” inanç, din ile insanı aynı cümlede karşı karşıya getirme ihtiyacı hissetmiyordu. Çünkü onun için insan da, din de “bir” idi.

Burada iki farklı düşünüş biçimi var. Bunlardan birisi “insan” merkezli, diğeri ise “Allah” merkezli. Sekülerizm temelli düşünce insanı ve dini sanki farklı kavramlar imiş gibi algılayarak bunları karşıya karşıya getirmekten çekinmez iken, “Allah” merkezli “tevhidi” düşüncede esas prensip birliktir, böyle bir sorunun sorulması saçmadır. Çünkü bu sorunun sorulmasına yol açan zihniyet Batı kaynaklıdır. Doğu ise din ve insanın ontolojik temelini oturtmuştur.

İşte tüm bu nedenlerden dolayı ne zaman böyle bir düşünüş tarzı ile bu ve benzeri bir fikir ortaya atılsın, belleklerimizi bu kavramlar ile çalıştırmaya alışmış bizlere bu fikirler ilk başta çok makul gelebiliyor. Batı kaynaklı düşüncenin doğurduğu bunun gibi örneklere düşünce dünyamızda sıkça rastlıyoruz. Kimisi dini kurtarmaya çalışırken, Nasreddin Hoca misali bindiği dalı kesiyor. Kimisi ise zaten bu kavramları ve sonuçlarını çoktan kabullenmiş. Niyet ne olursa olsun, daha açık bir fikir alışverişi için en başta bu kavramların nereden geldikleri sorusunun sorulması daha faydalıdır.

Bir cevap yazın


*