Geri geldiler!

Geri geldiler…

Biyolojik terör artık sıkça konuşulan bir konu. Peki ama, ya 11 Eylül ve şarbonlu mektup saldırıları olmasaydı? O zaman dünya kamuoyu kırıp geçirici salgınlara yol açan virüslerle bu kadar yakından ilgilenecek miydi? Son yıllardaki sessizliğe bakınca, buna olumlu bir yanıt vermek güç. Oysa, o virüsler, dünden çok daha fazla bugün sınırlarımızı zorluyorlar.

imperiaflex_0_0_0

Hiç kimse nereden ve tam tamına ne zaman geldiÄŸi konusunda kesin bir ÅŸey söyleyemiyor. Tek bilinen Kara Afrika’nın ormanlarında doÄŸduÄŸu… 1976-1999 yılları arasında Zaire, Sudan, Gabon ve Uganda’da binlerce kiÅŸinin ölümüne yol açan Ebola virüsü bir süredir sessizliÄŸini koruyordu. Hatta, iyimser bir gö-rüşle, hastalığın kökünün kazındığı düşünülüyordu. Ta ki, geçen yıl ekim ayında Kongo’da yeniden ortaya çıkıp, bir hafta içinde 120 kiÅŸinin ölümüne yol açıncaya kadar… Çünkü, virüsler ne yazık ki tam anlamıyla ortadan silinmiyorlar. DoÄŸa, varlıklarını sürdürmek için onlara her zaman geniÅŸ olanaklar saÄŸlıyor. Bir süre için geri çekiliyorlar ve elveriÅŸli koÅŸulların belirmesiyle birlikte yeniden ortaya çıkıyorlar. Ãœstelik, günümüzün geliÅŸkin kitle ulaşım araçları sayesinde, bir noktadan diÄŸerine çok kısa sürede ulaÅŸabiliyorlar. Oysa geçmiÅŸte, virüsler sadece orduların hareketliliÄŸine göre yayılıyorlardı. ÖrneÄŸin, M.S. 162 yılında Roma imparatoru Marcus Aurelius, doÄŸu seferinden Roma’ya kızamık mikrobuyla birlikte dönmüştü. Bir asır sonra Roma lejyonlarının Avrupa’ya taşıdıkları hastalığın adı kızıldı. 1346 yılında, Kırım’dan gelip Ä°talya kıyılarına demir atan geminin ambarları veba mikrobu taşıyan farelerle doluydu. Virüsler hep bu güzergâhı izlemedi. Zaman zaman Avrupa’dan baÅŸka kıtalara da hastalıklar yayıldı. 1495 yılında Amerika kıtasına ayak basan Kristof Kolomb, beraberinde yeni kıtaya frengi mikrobunu taşıdı. Ä°spanyol fatihlerin Latin Amerika’ya taşıdıkları kızıl, kızamık, tifo ve grip gibi hastalıklar, bu kıtanın yerli halkından Meksika’da 3 ile 24, Peru’da 1 ile 8 milyon kiÅŸinin hayatına mal oldu. Yine beyaz gezginlerin aracılığıyla Çin’e ulaÅŸan grip salgını, milyonlarca kiÅŸiyi kırıp geçirdi.

Günümüzde virüslerin bir noktadan diÄŸerine ulaÅŸmaları için orduların seferlerine ya da gezgin maceraperestlere gerek yok. Her gün tam 1,4 milyon insan kıtalararası seyahat ediyor ve virüsleri dünyanın her bölgesine taşıyor. Böylece, tropikal ormanların içinde yıllarca sıkışıp kalmış olan bazı virüsler, onlara karşı hiçbir bağışıklık sistemine sahip olmayan insanların yaÅŸadığı topraklara ulaşıyorlar. Ä°nsanlık da gittikçe artan ulaşım ağı sayesinde, bugüne kadar hiç bilmediÄŸi virüslerle tanışıyor. Ä°ÅŸte tipik bir örnek… “Oropouche” virüsü, ilk kez 1960 yılında bir tesadüf sonucu Brezilya’nın baÅŸkenti Brazilia ile Belem kenti arasındaki otoyolda ezilmiÅŸ bir maymunda saptandı. Bir yıl sonra, Belem kentinde bu virüsün yol açtığı bir salgın göründü ve tam 11 bin kiÅŸi öldü. Amazon ormanındaki bir maymunda saptanan virüs, kuzeydeki bir kente nasıl ulaÅŸmıştı. Sonunda olay açıklığa kavuÅŸtu. Virüs, kente hindistancevizi taşıyan kamyonlardaki sinekler aracığıyla gelmiÅŸti. Bir baÅŸka örnek yine Latin Amerika’dan. Bundan birkaç yıl önce, Arjantin hükümeti, pampanın bazı bölgelerine mısır ekilmesini kararlaÅŸtırdı. Mısır tarlalarıyla birlikte “Calomys musculinus” türü farelerin sayısı da arttı. Tabii farelerle birlikte, kanamalı Arjantin ateÅŸi hastalığına yol açan “Junin” virüsünün nüfusu da… Nitekim birkaç yıl içinde bu hastalığın yayıldığı alan tam 7 misli büyüdü. Bugün yılda 450 bin kiÅŸi bu ateÅŸli hastalığa yakalanıyor. Amerikan Doktorlar Enstitüsü’nün uzmanlarına göre, yeni ekim alanlarının açılması, otoyol ve yol yapımının yaygınlaÅŸması, son yıllarda sayıları iyice artan yapay göller, virüslerin ve hastalıkların yayılmasında çok önemli bir rol oynuyor. Ama ne yazık ki, bütün bu projeler hayata geçirilirken, kesinlikle çevredeki sinekler ve onların taşıyabileceÄŸi hastalıklar konusunda en küçük bir inceleme bile yapılmıyor.

Bir kez doÄŸal yuvalarından çıktıktan sonra, bu virüsler hızla yayılmaya baÅŸlıyorlar. Halk arasında kaplan sineÄŸi adı verilen “Aedes albopictus” birçok virüs için ideal bir ulaşım aracına dönüşüyor. Uzmanlara göre, bu sinek deng, Potosi, Xingu ve Fort Sherman hastalıklarının etkeni olan virüsleri kolaylıkla bir yerden diÄŸerine taşıyabiliyor. Bu sinek, son yıllara kadar sadece Asya’da görülüyordu. 1972’de Tokyo’dan gelen bir ÅŸilep aracılığıyla ABD’ye ulaÅŸtığı sanılıyor. Günümüzde, bu sineÄŸe Avrupa’nın birçok gölünde rastlanıyor. 1998’de Fransa ve Ä°talya’da deng hastalığına rastlandı. Yine gemi aracılığıyla Avrupa’ya gelen bir baÅŸka virüs ise, Seul virüsü… Daha çok farenin sırtındaki tüylerin arasında yaÅŸayan bu virüs, kanamalı ateÅŸe yol açan Hantaan virüsünün Asya versiyonundan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil…

Virüslerin bir baÅŸka yayılma yöntemi de kan nakilleri ve hemofili hastalarının kullandığı malzemeler. AIDS virüsünün Japonya’ya bu yolla geldiÄŸi sanılıyor. Hepatit hastalığının yayılmasında kan nakli çok büyük bir yer tutuyor. Yine Ä°talyan SaÄŸlık Bakanlığı, 1992’de Siena kentine getirilen 8 laboratuvar maymunundan birinde Ebola virüsüne rastlandığını açıkladı. Bugün birçok Avrupa ülkesinde, 1990 yıllarında yeni doÄŸan çocuklara verilen kanlar nedeniyle, bu kuÅŸakta hepatit hastalıklarının hayli yaygın olduÄŸu belirtiliyor. Tehlike bu kadarla da sınırlı deÄŸil. Virüsler, çoÄŸu zaman cesetlerin hormonlarında, kornealarında ve dokularında belli bir süre daha varlıklarını koruyabiliyorlar. Bu cesetler üzerinde çalışmalar yapan adli tıp doktorları, stajyer öğrenciler ve araÅŸtırmacı eczacılar her an hastalığa yakalanma riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar.

Ancak asıl tehlike, artık yeryüzünden tamamen silindiÄŸi düşünülen bazı virüs hastalıklarının geri dönmesi. California Vadisi’nde, 1950 yılından bu yana sıtmaya rastlanmıyordu. 1990’da ise, tam otuz ailede sıtma hastalığı saptanmış. Yine Asya’dan gelen bir denizcinin taşıdığı sıtma mikrobu yüzünden, Nevada’da 35 izci ve bir o kadar da turist bu hastalığa yakalanmış.

——————–

Focus Dergisi

Bir cevap yazın


*