Çıkmaz sokağa girmeden evvel dönmem gerekiyormuş köşeyi… Ne geri vitesi var bu taşıtın ne de geri dönmek için gerekli manevra alanı… Sadece dikiz aynasını takılı gözlerim ve arkada kalanlar.
Aslında çoğu insan bu sözü hayatlarının son demlerini yaşadıklarında, tüm çıkar yolların çıkmaz sokağa çıktığını sandıklarında söylerler. Halbuki, yaşamın her daim yeniden başlayabileceğine inanmaya çalışmalıyız.
Karşımızda gördüğümüz bize dayatılan algıya göre bir çıkmaz sokak. Ama daha sonuna kadar gitmemişiz. Belki sonunda köhne bir binaya çıkan eski bir arka kapı veya bir kanalizasyona inen dehliz vardır. Sonu aydınlığa çıkan karanlık bir tünelde olabilir yalancı bitişte… Mevcutları terk etme tercihi korkutuyorduk belki de bizi.
Biz sokak başındayız ve köşeye dikilen (diktiğimiz) çıkmaz sokak tabelasından hükmümüzü vermişiz. Unuttuk tabi o tabelanın (biz tarafından) bizi taşıyan araca yönelik yapılmış bir uyarı olduğunu. Kim bilir belki yaya olarak bir süre mola vereceğimiz veya misafir tutulacağımız köhne bir barakaya açılan bu yolun, gitmemeyi arzuladığımız sonucuna sadece itirazımız.
Arzularımızı ve ihtiraslarımızı yaşıyor olmamız belki de daraltıyor bakışımızı. Beklentiler yükseldikçe karşılanabilme ihtimali de azalıyor. Her zaman yükselttiğimiz bir çıtaya ulaşmaya çalışıyor ve olduğumuz yerde debelenmeyi yaşam sayıyoruz. Kim bilir tabelalara göre hayat sürmemizin perde arkasında da bu neden yatıyordur.
Hayat adım atmaktır. Hayat nefes almak, koşmak, yürümek, nereye ve neden gideceğini bilmektir. Düşünerek nefes almak, pazarlıksız sevmektir. Kefen bezini yanında taşımaktır. Sonunu düşünerek hayıflanmak, gelmemişleri gelecek ümidiyle bekleyip mutluluk anahtarını elinde olmayanla açmaya çalışmak değildir. Hayat elindeki ile mutlu olmaktır.
Doğduğumuzda bir parça bezle yaşattılar bizi. Sarıp sarmaladılar. En güzel gülücükleri o bir parça bezin içinde iken attık. En sevimli halimiz sarındığımız bir parça bezin içinde geçirdiğimiz günlerdeydi. Arzularımızın olmadığı ve saf sütle beslendiğimiz günlerdi o günler.
Büyüdük. Arzuyu, ihtirası keşfettik. İsteklerimiz arttı. Beklentilerimiz arttı. Öte bir yaşamın gelecek sihirli iksirleriyle mutluluğu yaşamayı taahhüt ettik kendimize. Arzuladığımız karşı cinsler, arabalar, giyecekler, evler oldu. Tercihlerimizi terk ettik. Bize ait olmayanları istedik. Kendimizken gülen biz, bize ait olmayanların peşinde geçici mutluluklar için heba olduk.
Ne Amişler gibi red etmeli çağın gereklerini ne de Silikon Vadisi ürünleri olmalı mutluluk hayali. İhtiyaçlarımızı kendi belirleyebildiğimiz bir hayat yaşamalıyız. Sanal gerçeklikle büyülediğimiz aklımızı, ihtirasların esaretinden ancak saf bir düşünce ile kurtarabiliriz.
Aslında hayat her an bitiyor ve her an yeniden doğruyoruz. Her gece giriyoruz karanlık ve uzun bir dehlize. Her sabah ışığın parlaklarıyla yeniden merhaba diyoruz. En büyük gerçeği elimizde olmadan her an göz kırpma aralığında yaşıyoruz.
Sen hayatta kalabilecek kadar çalış. Mutlu olmak için yaşa. Senin olmayanlar senin olunca mı mutlu olacaksın?
Mutluluk baki tebessüm sırrını yakalayabilme olmalı.
Üzerimizdeki kefen bezinden gayri hiçbir şeyimiz yok ki bizi sarmalayacak.
Doğarken sardıkları bez kadar saf ve hesapsız anlarda gizlenmiştir mutluluk. Göz kırpma aralığında yaşıyoruz.
Sadece yazıya dökülebilecek kadar farazi belki de cümlelerin gerçekliği. Ama düşünmek bile mutlu ediyor olmalı insanı. Yeni bir yaşam için eskiyi terk edebilmeyi göze alabiliyorsan mutluluğun kapısını çalabilirsin.
Nerde görülmüş süslü kaftanıyla hamamda paklanan bir sultan.
Paklanmak için kendi gerçekliğinle yüzleşmektir aslında yaşam. Mutluluk orada gizlidir.
Mutluluk ana rahminden kabir çukuruna taşınma sürecinde yaşama gülücük atmadır.
Hayat, kendi inşa ettiğimiz putlara tapınma merasimlerini terk etmektir.
Hayat, bir parça bez ile gelip bir parça bez ile terk edebilme cesaretini her an kavrayabilme sanatıdır.
Hayat her anı son an gibi yaşamaktır.